Kimler hatta? | Toplam 4 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 4 Misafir :: 1 Arama motorları Yok Sitede bugüne kadar en çok 197 kişi C.tesi Tem. 29, 2017 12:23 pm tarihinde online oldu. |
En son konular | » Kahpe saldırı bezele karakol baskını Salı Şub. 01, 2011 1:31 am tarafından kepenekli çoban » Ashab,ı Kehf,Ptsi Ocak 31, 2011 3:50 am tarafından kepenekli çoban » ÖNERİLERİNİZ VE İSTEKLERİNİZPerş. Ocak 20, 2011 1:28 am tarafından kepenekli çoban » DEFİNECİLİK İŞİ PROFESYONELCE YAPILIR RUHSATLI VE BİLİNÇLİPaz Ocak 16, 2011 7:26 am tarafından sakin adam» İKİNCİ EL CİHAZ ALIM SATIMI VE TAKASI Paz Ara. 26, 2010 2:17 am tarafından kepenekli çoban » ücretsiz vbullettin sitesi kurmak resimli anlatım,,Cuma Ara. 10, 2010 4:18 am tarafından menderes1278 » ITALYA ROMA NARNICuma Ara. 10, 2010 12:26 am tarafından kepenekli çoban » İlginç bir saatPtsi Kas. 29, 2010 11:41 pm tarafından Misafir » Büyük Sırrın Arkeolojik Keşfi: Nuh Tufanı.Paz Kas. 28, 2010 5:15 am tarafından kepenekli çoban » BULANLAR BULUYOR AMA TEK TEK AMA FARKLI ŞEKİLLERDEPaz Kas. 28, 2010 4:20 am tarafından Misafir » Rüyada Define Görmek.Paz Kas. 28, 2010 3:52 am tarafından Misafir » kıyamet günüC.tesi Kas. 27, 2010 4:34 am tarafından Misafir » AYAK İŞARETİ (çözülmüş)Cuma Kas. 26, 2010 11:27 pm tarafından kepenekli çoban » 7 DELİK Lİ TAŞ ve TAŞ YIĞMACuma Kas. 26, 2010 7:04 pm tarafından Misafir » Arkeolojik Terimler Sözlüğü.Cuma Kas. 26, 2010 2:18 am tarafından menderes1278 » MEZAR ÖRNEKLERİ VE MEZARDAN ÇIKAN HEDİYELERİPerş. Kas. 25, 2010 11:52 pm tarafından Misafir » bir ruhsatlı define kazısından hikayelerPerş. Kas. 25, 2010 3:38 am tarafından Misafir » 3 Yaşında Define Buldu..Perş. Kas. 25, 2010 2:43 am tarafından Misafir » Göz testine buyrun... !!!!Perş. Kas. 25, 2010 2:16 am tarafından Misafir » FAYDALI LİNKLERÇarş. Kas. 24, 2010 8:43 am tarafından kepenekli çoban » Define Arama İle İlgili Yasal Dayanaklar.. "Define arama ruhsatnamesi" Çarş. Kas. 24, 2010 5:23 am tarafından menderes1278 » Bulunan Defineye Paha BiçilemiyorÇarş. Kas. 24, 2010 5:07 am tarafından Misafir » ALAN TARAMALAR ,,Çarş. Kas. 24, 2010 5:02 am tarafından Misafir » minelap 4500Çarş. Kas. 24, 2010 4:00 am tarafından kepenekli çoban » burada ne görüyorsunuzÇarş. Kas. 24, 2010 2:43 am tarafından Misafir » Cennet annelerin ayakları altındadırÇarş. Kas. 24, 2010 1:15 am tarafından menderes1278 » MEYVA YETİŞTİRİCİLİĞİC.tesi Kas. 20, 2010 12:23 am tarafından Misafir » Piramitlerin Sırrı.Cuma Kas. 19, 2010 7:17 pm tarafından Misafir » Denizli-sandıras dağı-define hayaliyle gölü boşalttılar Perş. Kas. 18, 2010 2:40 am tarafından kepenekli çoban » Tarihten en güzel laf koymalarÇarş. Kas. 17, 2010 7:14 pm tarafından Misafir |
google |
|
| | TAŞ DEVRİ MAGARA İNSANI | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Misafir Misafir
| Konu: TAŞ DEVRİ MAGARA İNSANI Çarş. Haz. 02, 2010 8:29 pm | |
| TAŞCI NIN SON HALİ SANKİ ONA DOKUNMUYACAĞIMI MI SANDI....... | Gönderim Zamanı: 19-Şubat-2010 Saat 16:58 | İlk İnsanın Yaşam Biçimi
insanın yaşayışı değiştikçe evi de değişiyordu. Evlerin tarihi yazılsaydı mağaradan başlamak gerekirdi. Doğa yapısı olan bu evi, insan hazır olarak bulmuştu.
Doğa, kötü bir mimardır. Dağları ve dağlardaki mağaraları yaparken bunlarla insanın yaşayacağını kesinlikle önemsememiştir. Bu nedenle insanlar barınacak mağara ararlarken kendilerine her bakımdan uygun olanına pek sık rastlamıyorlardı. Evin ya tabanı çok alçaktı, ya duvarları çökmek üzereydi; ya da kapısı alabildiğine dardı ve içeriye emekleye emek-leye girmek zorundaydı.
Evi, içinde yaşanabilecek duruma getirmek için bütün topluluk kolları sıvar, mağaranın tavanıyla duvarlarını taş âletlerle hazır ve ağaç kazıklarla da düzeltirdi.
Giriş yerinde ocak açılır ve çevresine de taş dizilirdi. Anneler yavrularına özenle “yalaklar” hazırlarlardı.
Yerde bir çukur kazılır ve döşek yerine de ocaktan ılık kül koyarlardı.
Mağaranın bir köşesinde ayı eti ve her türlü yiyecek için bir ambar yapılırdı.
Böylece insan, doğanın yaratmış olduğu mağaraya bir çeki düzen veriyor, kendi gücüyle bunu insan evi’-ne çeviriyordu.
İnsan; kaya diplerinde hazır ça-tımsı yerler bulduğunda altına duvar örüyor, hazır duvar bulunca da üzerini çatıp ev yapıyordu.
Fransa’nın güneyindeki dağlarda ilk insanlardan kalma böyle bir ev bulunmuştur. Yerli halk bu eve “Şeytan Ocağı” gibi yadırgatıcı bir ad vermiştir. Çünkü, büyük taş- parçalarından yapılmış bu inin ocağında yalnız şeytan ısınabilir sanmışlardır. Atalarının tarihini daha iyi bilselerdi, “Şeytan OcağY’mn şeytan tarafından değil, insan eliyle yapılmış olduğunu anlarlardı.
İlk avcılar bir zamanlar burada kayalık bir çatı altında ve dağdan kopmuş taş parçalarından meydana gelen iki duvar bulmuşlar. Bu hazır İki duvara, dikey iki duvar da İnsanlar Örmüş… Duvarların biri büyük taş levhalardan, öbürü de kazıklar arasına dallar örülüp üzeri hayvan deri-siyle kaplanarak yapılmış…
Bu sonuncu duvann böyle yapıldığını yalnızca var sayıyoruz, çünkü zamanla yıkılıp gitmiştir.
Duvarlarla çevrili geniş bir çukur olan zeminliğin dibinde çakmaktaşı parçaları, kemik âletler ve boynuzlar da bulunmuştur.
“Şeytan Ocağı” yarı ev, yarı mağaradır. Artık buradan gerçek eve geçiş pek uzak değildir.
Böylece, mağaralarla hazır kaya çatılan altında değil, açık havada kurulmuş ilk evler belirdi.
Daha sonraları her türlü bulguda arkeologlar, arkeoloji biliminin tüm kurallarına uya-ak bazı işlerini süır-dürüyorlardı. Gözlerinin önünde ilk avcıların evi gittikçe daha iyi beli-riyordu.
Avcı evi, duvar dipleri boyunca taş bloklar, mamut kellesi ve dişleri bulunan bir zeminlikti. Duvarlar, ağaç kazıklar arasına dallar örülerek
ve hayvan derileriyle kaplanarak yapılırdı. Kazıkların uçları da yukarıda birleşerek çatıyı meydana getirirlerdi. Duvarların berkiltiimesi İçin de diplerine taşlar ve mamut kemikleri yı-ğıhrdı.
Böyle bir ev dışarıdan büyük bir kulübeye benzerdi. Bir duvarın dibinde mamut dişinden yapılmış kadın heykelcikleri bulunmuştu. Bir tom-20bul, öbürü de zayıf bir kadındı. Sanatçının, bu heykelcikleri doğadan kopya ettiği anlaşılıyordu. Kadınların saçları üzerinde Özellikle durulmuş olup özene bezene işlenmişti.
Kulübenin ortasında ve yerde sandık ödevini gören dairesel bir çukur vardı. Bulunan kemik iğne, mavi tilki dişlerinden gerdanlık ve bir mamut kuyruğu anlaşılan burada korunmak istenmişti.
Evin en aydınlık yeri olan ocak başında yassı taş levhalardan iş tezgâhı yapılırdı. Böyle tezgâhlar üzerinde âletlere, malzeme parçalarına ve kalıntılarına, yarım kalmış eşyalara şimdi bile rastlanır. İşte tezgâh üzerinde serpilmiş kemik boncuklar… Bazıları hazır, cilâlı ve delik. Bazıları daha hazır değil… Usta, uzunca bir kemiği birkaç yerinden çentmişse de, ayrı ayrı boncuklar halinde doğraya-mamtş… Bir şey engel olmuş; belki de insanlar evlerini bırakmak zorunda kalmışlar. Bu beceriyle yapılmış mızrak uçlarını, delikli kemik iğneleri, çeşitli işlerde kullanılan taş keskileri bırakıp gittiklerine göre, herhalde büyük bir tehlikeyle karşılaşmışlardı.
Bu eşyaları yapmak pek kolay de-ğildİ. Her birine saatlarca emek verilmişti. Tarihte İlk İğne olan kemik iğneyi eie alalım: İğne büyük bir şey değil gibi görünür ama, bunu yapabilmek büyük ustalık ister.
İnsan konutlarından birinde hammaddesi ve yapılması yanm kalmış eşyalarıyla, tam donatımlı bir kemik iğne işliği bulunmuştu. Burada her şey olduğu gibi kalmıştı.
O kadar ki, eğer bugün kemik iğne işe yarasaydı, bu işlikte hemen ertesi gün iğne yapımına başlanabilirdi.
iğne şöyle yapılırdı: Önce keskiyle tavşan kemiğinden bir kıymık çıkarılıp ucu pürtüktü bîr taşla sivriltilir,
sonra taş bizle delik açılır ve yine bir taş levhayla perdahlanırdı.
İğne ustaları her toplulukta bulunmazdı. Kemik iğne en değerli eşyalardan biriydi.
1853 yılında İsviçre’de şiddetli bir kuraklık olmuştu. Vadilerde ırmakların suyu azalmış, göllerin suları çekilerek çamurlu dipleri meydana çıkmıştı. Zürihgölü kıyısındaki Ober-mailen kasabasının halkr sudan bir parça toprak koparabilmek için kuraklıktan faydalanmaya karar vermişlerdi.
Bunun için suyu çekilen araziyi bîr bentle gölden ayırmak gerekti.
işe başlandı. Arabacılar atlarını dehleyerek bende toprak taşıyorlardı. Toprak hemen oradan, kurumuş gölün dibinden alınıyordu. Birdenbire kazmacılardan birinin küreği yan çürümüş bîr kazığa çarptı, derken ük kazığın ardından bir ikincisi, üçüncüsü bulundu. Bir zamanlar insanların burada yaşamış ve çalışmış oldukları anlaşılıyordu. Küreğin toprağa hemen her vuruşunda yeni taş baltalar, olta iğneleri, çanak çömlek kırıkları çıkıyordu. Arkeologfar olaya el koydular. Bulunan her kazığı, gölün dibin-! den çıkan her şeyi inceleyerek vaktiyle Zürih gölündeki göl-evlerinden yapılma kasabayı olduğu gibi kitap sayfalarına geçirdiler.
Arkeologlar, İsviçre’de Neuchatel gölünü de incelediler. Yapılan incelemeler gölün dibinin birkaç kat olud-ğunu göstermiştir.
Börekte hamur, peynirden kolayca ayrıldığı gibi gölün dibinde de bir katı öbüründen ayırmak kolaydı. Altta bir kat kum, onun üzerinde, ev; kapkacak ve alet kalıntılarıyla çamur katı, sonra yeniden kum tabakası… Bu, böylece birkaç kez tekrar ediyordu. Yalnız bir yerde, iki kum tabakasıarasında kalın bir kömür tabakası vardı.
Bu tabakalar nasıl meydana gelmişti?
Kumu su getirebilirdi, kömür nereden çıkmıştı?
Burada ateş yakılmış olduğu da belliydi.
Bilimadamlan tabakaları inceleyerek gölün tüm tarihim öğrendiler. Çok eski zamanlarda gölün kıyılarına gelen insanlar köylerini burada kurmuşlardı. Yıllarca sonra göl suları kabara kabara kıyıyı basmıştı.
İnsanlar su altında kalan köylerini bırakıp gitmişlerdi. Yapılan suda çürümüş, yıkılıp gitmiş. Önceleri kırlangıçların cıvıldaştığı damların üzerinde küçük balık sürüleri yüzmeye başlamıştı. Evin ardına kadar açık kapılarından yüzgeçlerini oynata oyna-ta turna balıkları çıkıyordu. Sobanın yanındaki kanepenin altında yengeçler kollarını kımıldatıyordu. Yıkıntıların üzerini yavaş yavaş çamurlar ve bunları da kumlar kaplıyordu.
Çok daha sonraları, su yavaş yavaş çekilerek gölün dibi görünmeye başladı. Öncelereri köyün bulunduğu kumluk alandan çekildi… Köy artık görünmüyordu. Çünkü kumların altında kalmıştı.
insanlar yeniden gölün kıyısına göç ettiler. Baltalar işlemeye, sarı kumların üzerine yongalar saçılmaya başladı. Gö! kenarında birbiri ardınca yeni ve sağlam evler yükseldi.
İnsanla gölün savaşı böylece sürüp gidiyordu. Bu savaşta talih bir insanlara, bir göle gülüyordu. İnsan yapıyor, göl yıkıyordu.
Bu sonu gelmeyen savsatan usanan insanlar, gölün kenarını bıra-kıp,dibine kazıklar çıkarak bunların üzerinde ve gölün ortasında yaşamaya başladılar. Döşemenin aralıklarından görünen su, artık insanlar için
tehlikeli değildi. Ne kadar yükselirse yükselsin, döşemeye kadar çıkamazdı.
Ama insanın sudan başka bir düşmanı daha vardı: Ateş… ahşap evlerle birlikte ilk yangınlar da başladı. Binlerce yıldır insanın hep isteğine boyun eğen ateş, şimdi bir yırtıcı hayvan gibi tırnaklarını göstermişti.
İşte Neuchatel gölünün dibinde bulunan kalın kömür tabakası, eski bir yangın kahntısıydı.
Evleri kül eden ateş, bize müzelerimize çok değerli şeyler; yeni ağaç kap, balıkçı ağları, hatta buğdaytane-leri ve bitki saplan gibi şeyler bırakmıştır.
Ateş kolay yakabileceği şeyleri nasıl olmuş da, “mucize” türünden korumuştur?
Eşyalar tutuşarak suya düşüyordu. Su onları söndürüyor; yani, bir bakıma koruyordu da. Böylece zedelemeden gölündibine çöküyorlardı. Orada eşyaları başka bir belâ bekliyordu; çürüme tehlikesi. Fakat yanarak kömürleşmeleri onları bu tehlikeden kurtarmıştı, incecik bir kömür kabuğu, eşyaları çürümekten kor rumuştu.
Eşyalar ateşten ayrı, sudan ayrı et-kilenselerdi, yok olup giderlerdi. Fakat ateşle su birlikte işliyordu. Bu yolla binlerce yıl önce dokunmuş ve çok dayanıklı olmayan bir keten parçası bile korunabilmiştir.
|
|
| | | Misafir Misafir
| Konu: ÜÇÜNCÜ TÜR X KADIN X WOMAN Çarş. Haz. 02, 2010 9:44 pm | |
| Sibirya’da bir mağaradan 2008’de çıkarılan parmak kemiklerinin daha önce hiç rastlanmamış yeni bir insansı türüne ait olduğu belirlendi. Kemiğe DNA analizi yapıp gen haritasını çıkaran bilimciler, ‘X-woman’ adını verdikleri canlının ne Neandertal’e ne de modern insanın atalarına benzediğini farkedince şaşkınlık yaşadı. Leipzig Almanya’daki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Svante Pääbo ve Johannes Krause tarafından yürütülen araştırmaya göre parmak kemikleri bulunan canlı 48 bin ila 30 bin yıl önce yaşamış.
Kemiğin çıkarıldığı Altay Dağları’ndaki Denisova mağarası civarında daha önce bulunan fosiller, bölgede Neandertal ve ilk insanların da aynı zaman diliminde yaşamış olduğunu gösteriyor. Pääbo’ya göre bu üç insansı, yani Neandertal, Homo Sapiens ve henüz ismi konmayan yeni tür, büyük ihtimalle komşuydu ve birbiriyle karşılaşmıştı. Krause tarafından yürütülen DNA analizinde, önce hücre çekirdeiğinin dışında yer alan ve anneden geçen mitokondriyal DNA çıkarıldı, daha sonra gen haritası oluşturuldu. Harita, bugün yaşayan 54 insan, 30 bin yıl önce Sibirya’da yaşamış bir modern insan, 40 bin yıldan fazla süre önce yaşamış altı Neandertal ve bugünkü bir pigme şempanzenin genomuyla kıyaslandı.
Sonuçta yeni insansı türüne ait mitokondriyal DNA’nın kimyasal yapısının modern insanla arasındaki farkların, modern insanla Neandertal arasındakinden en az iki kat daha fazla olduğu belirlendi. Krause, “Neandertal ile modern insanın atalarının arasındaki mitokondriyal fark bir tür ayrımını gösterir. Bu fark yeni tespit edilen fosilde iki kat fazla olduğu için bunun yeni bir türe ait olduğunu söyleyebiliriz” dedi.
Analizlere devam eden bilimciler, derlenen bilgilerin bugüne kadar çizilen evrim haritasına yeni bir kol ekleyebileceğini söylüyor.
Paleoantropoli ve zooloji bilim adamlarının araştırması sırasında Altay Dağları’nda bulunan en az 30 bin yıllık serçe parmağı kemiğinin DNA incelemesi ve hücre organeli mitokondri yapısı incelendi. Mitokondri, kas-sinir hücrelerinde enerji iletimini sağlıyor. Leipzig’deki Max Planck Evrim Antropolojisi Enstitüsü uzmanı Johannes Krause, “Neanderthal insanı ve günümüze uzanan homo sapiens (Bilen İnsan) insanından farklı gözüken bu soyun (veya türün) gerçekten apayrı olup olmadığının anlaşılması için derinlemesine araştırmalar olacak” dedi. Neandherthal insanı ile “modern insan” homo sapiens’in 500 bin yıl önce genetik olarak farklılaşma ihtimalinin kuvvetli olduğu düşünülüyor. “Gerçekten daha önce hiç görmediğimiz yeni insan soyuna benziyor. 40 bin yıl geriye gidebilen bu tür homo sapiens’e çok benziyor; ancak genetik olarak farklı” diyen Max Planck antropoloji genetiği uzmanı Johannes Krause, güney Sibirya Altay türü için, “Dik Yürüyen İnsan” homo erectus’tan çok daha genç Altay insanı soyunun 1,9 milyon yıl önce ilk çıkış kıtası olarak Afrika’dan türemiş olabileceğini belirtti.
48 bin yıl önce yalnızca Neanderthaller ve insanların atalarının yaşadığını düşünen uzmanlar üçüncü bir tür keşfetti.
Sibirya'da bir mağaranda bulunan fosil kalıntıları, DNA'sı incelendikten sonra insanoğlunun geçmişini şaşırttı. Uzmanlar 48 bin ile 30 bin yıl önce ölmüş bir çocuğun parmağı olduğunu düşündükleri fosilin sonucunu incelediklerinde üçüncü bir insan ırkı olduğunu gördüler. Daha önce modern insanoğlunun atalarının ve daha sonra ölen Neanderthallerin o dönemde yaşadığını düşünen uzmanlar DNA'ları inceledikten sonra üçüncü bir tür buldular. İnsanlık tarihi yeniden mi yazılıyor? Mitokondriyal DNA'yı(anneden çocuğa geçen genetik kod) inceleyen Dr. Svante Paabo "bu sonuçların ardından daha önce hiç keşfetmediğimiz bir üçüncü tür bulduk." dedi. Adına X-Woman(X-kadın) konulan ırkın mitokondriyal genleri incelendiği için daha feminist bir bakışla X-Kadın adını verdikleri belirtildi. Henüz nasıl bir fiziksel özelliğe sahip olduklarını bilemediklerini belirten araştırmacılar bu konu hakkında araştırmalarının sürdüğünü söyledi.
BU GÜN YAŞAMIŞ OLSAYDI GÜNÜMÜZ DE NEANDERTAL İNSANI BÖYLE GÖRÜNTÜSÜ OLACAKTI
| | Bilim adamları, 30 bin yıl önce soyu tükenen ilk insanlar olarak bilinen "Neanderthal"lerin sesini, fosiller ve bilgisayar kullanarak ilk kez canlandırmayı başardı. [/size]
NewScientist.com internet sitesinde verilen habere göre, Florida Atlantik Üniversitesinden antropolog Robert McCarthy, bu insanların nasıl ses çıkardığını bulmak için ses yollarını yeniden yapılandırdı. Bu çalışmanın sonunda, ilk insanların konuştuğu ancak bizden farklı ses çıkarttıkları saptandı.
Bilim adamları, özellikle bu insanların, modern insanların birbirlerini daha rahat anlamalarına imkan tanıyan sesli harfleri kullanmadığını keşfetti.
Buna örnek olarak da ilk insanların, dinleyicinin bir kelimedeki ses vurgusunu ayırt etmesine yardımcı olacak "e" gibi sesli harflerden yoksun oldukları gösterildi.
Fransa'dan bulduğu fosillerle bu çalışmasını yapan McCarthy'nin, şimdi "tam bir ilk insan cümlesi" canlandırmayı hedeflediği belirtildi.
Neandertaller de boyanır
Kazı alanında boya maddesi ve farklı boya karışımları içeren deniz kabukları bulundu.
Yaklaşık 50 bni yıl önce yaşayan Neandertallerin ‘boyandığı’ ortaya çıktı. İspanya’nın güneyindeki bir kazı alanında, iskeletlerin yakınında boya partikülleri bulunan deniz kabuklarına rastlandı. Ulusal Bilimler Akademisi Bülteni’nde yayımlanan konuyla ilgili makalede, Neandertallerin boyayı bildiği ve bazı vücut kısımlarını boyadığı belirtildi. Bilim insanlarının iki ayrı alandan topladığı kemik malzemelerden bazılarının, pigment içeren kozmetik madde içerdiği belirlendi. Bristol Üniversitesi’nden Prof. Joao Zilhao ve ekibinin bulguları, Neandertallerin makjay yaptığına ilişkin ilk açık kanıt olarak kabul gördü.
Zilhao, bazı kaplarda izine rastlanan boyaların ‘karışım’ olduğu, bunun da Neandertallerin boyayı karmaşık reçetelerle üretebildiğini gösterdiğini söyledi.
Hangi nedenle olursa olsun boyamak ve boyanmak Neandertaller’in soyut düşünebilidğinin de kanıtı. Üstelik boyanmakla kalmayıp, takı olarak tasarladıkları bazı kemik ve deniz kabuklarına da aynı kazı alanlarında rastlandı.
130 bin yıl önce denizci olduk
Modern insanın atalarının tahmin edilenden çok daha önce denizlere açıldığı ortaya çıktı.
National Geographic'te çıkan habere göre, arkeologlar Yunanistan'ın Girit adasında yaptıkları kazılarda, en az 130 bin yıllık taş aletler buldu.
Bilim adamları, aralarında taş baltaların da bulunduğu bu ilkel aletlerin, Akdeniz'de bilinen en erken deniz yolculuklarının kanıtı olduğu ve ilkel insanın atalarının denizcilik yetilerini yeniden düşünmek gerektiğini belirtiyor.
5 milyon yıldır bir ada olan Girit'e bu taş aletleri yapanların teknelerle geldiği sanılıyor.
Akdeniz'de seyahatin tarihini 100 bin yıl kadar geriyeg*türebilecek bu keşifler öncesinde ilk insanların Kıbrıs, birkaç başka Yunan adası ve Sardunya adasına ulaştığını gösteren insan yapımı aletlerin yaşları, 10 bin ila 12 bin yıl öncesine dayanıyordu.
Bilim adamları, anatomik olarak modern homosapienlerin deniz yolculukları yaparak Avustralya'ya bundan 60 bin yıl önce gittiğini tahmin ediyordu.
| Bilim geliştikçe geçmişimizle ilgili çarpıcı buluşlarla karşılaşıyoruz. İnsanlığın geçmişinde kayıp zamanlar var. 50.000 yıl öncesini biliyor ama 8.000 yıl öncesini bilmiyoruz, 35.000 yıl öncesinin kanıtlarını buluyor ve bu kanıtların 6.000 yıl öncesinden daha ileri bir uygarlığı ima ettiğini görüyoruz fakat nedenlerini bulamıyoruz. Ama en azından artık atalarımız maymundu demiyoruz...
İnsanlığın geçmişi aşağı yukarı 8.000-10.000 yıl arasındadır, bu periyot Buzul Çağı öncesine götürülerek artırabilir ama Buzul Çağı'ndan ve öncesinden kalan izler kafamızı daha çok karıştırabilir. Bilim "homo sapiens"in yani bugünkü insanın geçmişini arkeolojik olarak 6 bölüme ayırmaktadır:
Tarih Çağı Bugün-Milat / 1.yıl. Yıl Demir Çağı Milat-MÖ 1.000 Bronz Çağı MÖ 1.000-MÖ 2.000 Neolitik Çağ MÖ 2.000-MÖ 4.000 Mezolitik Çağ MÖ 4.000-MÖ 8.000 Geç Paleolitik Çağ MÖ 8.000-MÖ 12.000
Ama bu ayrım sadece bir genellemedir, tarihsel deneyseldir ve bölünmeler yapaydır, öte yandan buluşlara ve bilimsel gelişmelere göre de değişkendir. Örneğin Bronz Çağı'ndan önceki döneme bir zaman evvel Taş Devri deniyordu ve bu tanım çok hatalıydı. Çünkü Taş Çağı veya devri günümüzde de sürmektedir, Avustralya Aborjinleri, Yeni Gine yerlileri, Amazon içlerinde yaşayan kabileler, Afrika Kalahari Çölü'ndeki Buşmenler 20. yüzyılda yaşamalarına rağmen Taş Çağı kültüründedirler. Olası bir nükleer savaş sonrasında belki de beş veya on bin yıl sonra onlar yine var olabilirler ve yaşamlarını bugünkü gibi sürdürebilirler.
| This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 903x480 and weights 76KB. |
On bin yıl önceki çiçekli cenaze töreni:
Bilindiği kadarıyla homo sapiens yani bizler son büyük buzlanma döneminin ortalarında ortaya çıktık ve bu dönem yaklaşık 10.000 yıl önce sona ermişti. Gerçek insanın izleri bugün çoğunlukla Avrupa'da, İskandinavya, Fransa ve Almanya'da bulunmuştur ve bazı güncel kuramlara göre ise, Artrik Bölgesi yani Kuzey Kutbu buzlanmanın merkeziydi, çok sert kışlar, rutubetli, karlı soğuk yazlar yaşanıyordu. Yaşamak için öncelikle soğuktan korunmaya çalışılıyor, örtünme güdüsü gelişiyor ve daha sıcak yerlere ulaşılmaya çalışılıyordu. Zekanın gelişmesi için sıcak iklimler şarttı, açık havada yaşamak, tarım yapabilmek için gerekliydi. Neandertal insanın homo sapiens insanın ilk döneminde yaşadığı düşünülmektedir, mitik bir inanç olarak Neandertal insanın sapiens'in atası olduğu da varsayılmaktadır. Ortadoğu, Cebelitarık ve Kuzey Afrika'da bulunan Neandertal insan kafataslarının genel olarak, alınları çıkıntılı ve çeneleri sivridir ama kafatası kapasiteleri yüksektir; 1300-1500 cm3 arasındadır. Buna karşın Avrupalı homo sapiens'lerinki 1100-1700 cm3 arasında değişmektedir. Fakat kafatası büyüklügünün yani beynin büyüklüğünün zeka ile ilgili olduğu artık kabul edilmemektedir, yani beynin büyüklüğü üstün zekayı göstermez. Burada asıl önemli olan Neandertal insanın davranış biçimidir, Neandertal'ler ölülerini gömecek hatta bir cenaze töreni yapacak kadar bilinçliydiler, Irak'ta Sanidar Mağarası'nda bulunan bir mezarda ölünün çevresi yaban çiçeği kalıntılarıyla doluydu; bu bir insan davranışıdır ve maymunsu bir hayvanı göstermemektedir.
Cro-Magnon insanların giyim modası
Eğer Neandertal insanı bir maymunsu insan türü olarak varsaymazsak, homo sapiens'in yani bizlerin atası olduğunu daha kolay kabul edebiliriz. Her iki grup da, Kuzey Yarımküre'de yaşamışlar, Güney İngiltere'den Mississippi Deltası'na kadar yayılmışlardı ama karanlık bir nokta daha vardır: Neden her iki grup buz kütlelerinin daha az olduğu Batı Avrupa'yı tercih etmemiştir? Acaba Kuzey Kutup noktasının daha güneyde bulunduğu varsayımında yanılıyor olabilir miyiz? Homo sapiens'in ilk örneklerini Cro-Magnon diye tanımlıyoruz, Güney Fransa'da bulunan iskeletler bize onların tipik Avrupalı olduklarını gösteriyor, ortalama boy 1.80'dir ve kafatasları bugünkü insanlardan daha büyüktür. Bazı antropologların ilginç bir iddiası vardır: Bir toplum olarak yaşamayı bilen Cro-Magnon insanların zekasının bugünkü insanın zekasından daha yüksek olduğunu öne sürerken, örnek olarak da o dönemin yaşam koşullarında ancak üstün bir zekanın yaşamını sürdürebileceğini iddia ediyorlar. Örnek olarak da, mağara duvar resimlerini gösterirken, resimleri bir sanat eseri olarak tanımlıyorlar. Cro-Magnon ressamlar gördükleri hayvanları kusursuz resmederken, insanları da çizmislerdi ve resimlerde bu insanların giyimli oldukları görülüyordu. Gerçekten de, Rusya'da bulunan bir Cro-Magnon kalintısının üzerinde kürklü bir pantolon, işlemeli bir gömlek, boynunda bir kolye vardı. Takılar, deniz kabuklarından ve hayvan kemiklerinden yapılmıştı. Antropologlar, kalıntıların 33.000 yıl öncesinden kalmış olduğunu belirlediler.
Ya 30.000 yıl önceki beyin ameliyatı gerçekse?
Bu tarihleme, diğer geleneksel görüşlerin çok ötesine taşmaktadır. Kaya resimleri daha birçok yerde bize yüksek bir kültürün izlerini gösteriyorlar; insanlar giyimlidir, kadınların etekleri vardır, pantolonlu erkeklerin yanısıra şortlu olanları da vardır hatta ayakkabı ve bot giymektedirler. İnsan yüzleri daha da şaşırtıcıdır; erkeklerin yüzleri traşlıdır ve saçları kesilmiştir, bunu nasıl yapıyorlardı? Demir Çağı öncesinde metalik aletler yoksa, neyle traş oluyorlardı? Ve en garibi aralarında beyaz uzun saçlı olanlar görülüyordu. Neolitik ve Mezolitik insanın giyimli ve traşlı olduğunu biliyoruz ama onların yaşam dönemi MÖ 8.000 ile 4.000 arasındadır, oysa biz burada 30.000 yıl evvel yaşayan insan türünden söz ediyoruz. Cro-Magnon insanlarin yaşam merkezlerinde kemik ve fildişinden yapılmış mükemmel iğneler ve düğmeler bulunmuştur. Aynı tür düğme ve iğnelerin Avrupa kültüründe birkaç bin yıl öncesinde ancak kullanıldığı bir diğer gerçektir. Ama inanılmaz bir gerçek daha var: Bazı Neolitik kafataslarında düzgün delikler bulundu. Kafatasını delme operasyonu gönümüzde bir tümörü veya kan pıhtısını almak için ya da kafatası kırılmalarında çökük parçayı düzeltmek için yapılmaktadır. Güç bir operasyon olduğu kadar, büyük bir dikkat, ustalık ve performans gerektirir. Neolitik insanların bunu yapabildiklerine inanmak çok güçtür. Eğer yaptularsa ilkel aletlerin çok ötesinde aletleri olması gerekirdi, çakmaktaşından bıçaklarla, anestezi olmadan ve hijyenik kurallar bilinmeden böyle bir beyin operasyonu nasıl yapılırdı? Ve günümüzün Neolitik toplumlarında böyle bir bilgi ve olay yoktur. Öyleyse, insanlığın ilkel dönemi olarak kabul ettiğimiz çağlarda yaşayan atalarımızın ulaştığı uygarlık düzeyi sandığımızın ya da bildiğimizi zannettiğimizin çok üstündedir.
Eski Mısır ressamları Ebu Simbel Tapınagı'nda görüldüğü gibi karanlık koridorlara ve yeraltı odalarının duvarlarına resim yapabilmek veya yazı yazabilmek için, yağ kandilleri kullanıyorlardı, kandillerin bıraktığı is lekeleri hala görülmektedir. Ama gerek Cro-Magnon'ların, gerekse de Neolitik insanların mağaralarında bu tür izler yoktur. Fransa, Cabrerets'de bulunan labirent türü dev mağara sisteminde yüzlerce metrelik dar koridorlar bulunmaktadır ve o karanlık koridorların duvarlarına muhteşem bizon resimleri yapılmıştır. Peki, ilkel insanlar, hangi teknikle karanlık mağaraları aydınlatıyorlardı? Bizim hala bulamadığımız bir teknikleri mi vardı? Eğer böyleyse, Eski Mısırlılar bu tekniği neden bilmiyorlardı? Kisacası, ilk insanlar bizlerden daha akıllı mıydılar? Eidetik belleklerinin yani önceden algılanan objelerin zihinde çok net bir şekilde canlandırılması yeteneklerinin çok gelişmiş olduğu kesindir. Gördükleri tüm detayları duvar resimlerine aktarıyorlardı.
| This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 780x380 and weights 198KB. |
Mağaralarda ne arıyorlardı?
Ve şimdi bir paradoksumuz var; bizler Paleolitik insanın Cro-Magnon insan tarafindan karakterize edildiğini söylüyoruz, fiziksel üstünlükleri, geniş beyin kapasiteleri ve zekaları ortadadır, eidetik belleklerini de biliyoruz ama onları en ilkel koşullarda buluyoruz. Neden ve nasıl? Eski Mısır ressamları yeraltı odalarının duvarlarına resim yapabilmek veya yazı yazabilmek için, yağ kandilleri kullanıyorlardı, kandillerin bıraktığı is lekeleri hala görülmektedir, ilkel insanlar, hangi teknikle karanlık mağaraları aydınlatıyorlardı? Bizim hala bulamadığımız bir teknikleri mi vardı? Eğer böyleyse, Eski Mısırlılar bu tekniği neden bilmiyorlardı? Kısacası, ilk insanlar bizlerden daha akıllı mıydılar? Neolitik dönemden kalma bir kent, köy ya da büyük bir yerleşim merkezi henüz bulunamamıştır, neden mağaralarda yaşıyorlardı? Buna karşın, Paleolitik insanların yaşadıkları küçük köylerin Avrupa'da kalıntıları bulunmuştur. Arada neler oldu? Paleolitik dönemden sonra yaşayan Neolitik insanların yerleşim merkezleri neden bulunamıyor? Ya daha da öncesi? 30.000 yıl önce üstün bir uygarlık var olduysa, 12.000 yıl önceki Paleolitik Çağ'da bu uygarlık yok olduysa ve sonra yine Neolitik Çağ'da yükseldiyse, iniş ve çıkışların nedeni nedir? Gerçeği nasıl öğreneceğiz? Güney İspanya Sierra Morena'daki mağara duvarlarında bulunan bir grup simge bizlere bir yazı türünü göstermektedir ve 20.000 yıl öncesine aittir, benzerleri Brezilya ve İzlanda'da bulunmuştur. Homo sapiens ile yani bizim geçmişimizle ilgili iki bulmacayı çözmemiz gerekiyor: Eğer homo sapiens'in gelişmiş yeteneklerinin tarihi 12.000 yıllıksa, Taş Çağı insanının yeteneklerini nereye koyacağız? Ve eğer ciddi kanıtlara göre, insan zekasının geçmişi 35.000 yıl öncesine kadar gidiyorsa neden yerleşik düzeni gösteren uygarlık izlerini bulamıyoruz?
Önümüzde sadece 6.000 yıllık bir uygarlığın kalıntıları duruyor. 30.000 yıllık bir boşluktan sonra, nasıl oldu da topu topu 5.000 yıl içinde kentleşmeye ve teknolojiye ulaşıp, matematiği, tarımı, tıbbı birdenbire öğrendik? Aradaki dev boşluğu açılayabilecek hiçbir bilimsel görüş yoktur. Aranan açıklama, Daniken türü uzaylılar yaklaşımı şeklinde değildir ama dünyadışı bir ilişki olasılığı da hemen reddedilemez çünkü mantıklıdır.
Efsaneler bizi gerçeğe götürebilir...
Sayısız mitolojik anlatı, hep göklerle ilgilidir ve daima uçan insandışı yaratıklardan söz edilir. Eğer bir zamanlar dünyadışı canlılar buradaysalar, acaba Cro-Magnon insanlara bir şeyler öğretmiş veya bırakmış olamazlar mı? Uzak geçmişin uygarlık düzeyinin nedeni bu olabilir mi? Aranan ve gerekli olan kanıtlar milyonlarca tonluk buz kütlelerinin altında yani kuzey yarımkürenin kuzeyinde olabilirler ve bizler onlara ulaşıncaya kadar orada duracaklar. Tarih öncesi insanlar artık ilgimizin odağıdır, Erken Paleolitik Çağ'ın baslangıcı 3 milyon yıl öncelere ulaşır yani karşımızda kapkara dev zaman dilimleri vardır. Taş Çağı'nın küçük insan toplulukları bize tüm öyküyü anlatmıyorlar, elimizde milyonlarca insanın yok olduğunu anlatan efsanelerden başka bir şey yok. Eğer bu efsanelerin temelinde gerçek saklıysa, geçmişimizde zeki insanlar, kültür ve hatta uygarlıklar var olmuş olabilir. Onları neyin yok ettiğini bilmiyoruz? Doğa mı neden oldu yoksa kendilerini mi yok ettiler? Fakat topyekün yok oluşu ve yıkımı gösteren kanıtların azlığı nedeniyle doğasal felaketler olasılığı daha fazladır. ESKİ ZAMANDA PORNOĞRAFİ |
| | | kepenekli çoban Yönetici
Mesaj Sayısı : 370 Yaş : 66 İş/Hobiler : emekli Kayıt tarihi : 08/04/10 başarı sistemi : 3
| Konu: SELAMLAr Çarş. Tem. 14, 2010 3:34 am | |
| selamlar,,
güzel paylaşım olmuş saygılar,,
| |
| | | | TAŞ DEVRİ MAGARA İNSANI | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |